Nội dung được cung cấp bởi Ahmed Hulusi. Tất cả nội dung podcast bao gồm các tập, đồ họa và mô tả podcast đều được Ahmed Hulusi hoặc đối tác nền tảng podcast của họ tải lên và cung cấp trực tiếp. Nếu bạn cho rằng ai đó đang sử dụng tác phẩm có bản quyền của bạn mà không có sự cho phép của bạn, bạn có thể làm theo quy trình được nêu ở đây https://vi.player.fm/legal.
Player FM - Ứng dụng Podcast Chuyển sang chế độ ngoại tuyến với ứng dụng Player FM !
You can't save your way to your dream life anymore. The truth is, you’re gonna need to learn to make more money. The Travis Makes Money Podcast is not your typical personal finance show. Rather than shaming you for buying a Starbucks coffee or pressuring you to become a billionaire, we focus on empowering you to make more money so you can enjoy life today while preparing for your future. You don’t have to cut back so much that you miss out on the present, and you don’t need to become the next Jeff Bezos either. Hosted by veteran podcaster Travis Chappell, each daily episode features interviews with regular people just like you – yes, you – who have learned how to make more money in unique and unconventional ways. From turning side hustles into an extra six figures to building massive business empires, these conversations dive into the mindset shifts, hard-earned lessons, and simple strategies that helped these individuals succeed. With over 1,000 podcast episodes under his belt, Travis has developed a unique ability to pull out inspiring stories and practical advice you can apply to your own financial journey that you just won’t hear anywhere else. Whether you’re looking for strategies on side hustles, skill building, investing, building generational wealth, or just motivation to take your next steps, this podcast is your resource. Tune in daily for insights, actionable tips, and inspiration from some of the most successful and interesting money-makers on the planet.
Nội dung được cung cấp bởi Ahmed Hulusi. Tất cả nội dung podcast bao gồm các tập, đồ họa và mô tả podcast đều được Ahmed Hulusi hoặc đối tác nền tảng podcast của họ tải lên và cung cấp trực tiếp. Nếu bạn cho rằng ai đó đang sử dụng tác phẩm có bản quyền của bạn mà không có sự cho phép của bạn, bạn có thể làm theo quy trình được nêu ở đây https://vi.player.fm/legal.
Ahmed Hulusi'nin 2005 yılında Expo Channel'da yaptığı 30 bölümlük ramazan sohbetleri.
Nội dung được cung cấp bởi Ahmed Hulusi. Tất cả nội dung podcast bao gồm các tập, đồ họa và mô tả podcast đều được Ahmed Hulusi hoặc đối tác nền tảng podcast của họ tải lên và cung cấp trực tiếp. Nếu bạn cho rằng ai đó đang sử dụng tác phẩm có bản quyền của bạn mà không có sự cho phép của bạn, bạn có thể làm theo quy trình được nêu ở đây https://vi.player.fm/legal.
Ahmed Hulusi'nin 2005 yılında Expo Channel'da yaptığı 30 bölümlük ramazan sohbetleri.
İslâm Dini'ni, Kurân-ı Kerîm, Kütübü Sitte (altı önde gelen kitap) hadisleri temelinde kabul ederek inceleyen; geçmişteki ünlü tasavvuf sîmalarının çalışmalarını değerlendirerek, gereklerini yaşadıktan sonra; bunları, günümüz ilmiyle de birleştirerek değerlendiren ve mantıksal bütünlük içinde BİR SİSTEM olarak sizlere açıklayan Ahmed Hulûsi; insanların kişiliğiyle değil, düşünceleriyle ilgilenmesini istemektedir. Mevcut bilgileri ışığında, tamamen insanlardan uzak kendi "köy"ünde yaşamayı tercih edip; herkese, orijinal kaynaklara göre Rasûlullahı ve Kurân'ı aracısız olarak yeniden değerlendirmeyi tavsiye etmektedir!. Zira, Hz. Muhammed'in açıkladığı SİSTEME göre, "DİN ADAMI" diye bir sınıf asla söz konusu değildir!. Her ferd direkt olarak Allah Rasûlunu muhatap alıp O'na göre yaşamına yön vermek zorundadır!. Tâbi olunması zorunlu tek kişi ALLAH Rasûlü MUHAMMED MUSTAFA aleyhisselâm'dır. Onun dışındaki tüm kişiler istişari mahiyetteki kişilerdir ve yorumları kimseyi bağlamaz.…
Adam tarlasını kazarken toprağın altında naylona sarılı bir şey bulmuş... Hemen açmış... Başlığında kendi lisanıyla, “BUNU okuyan hazineyi bulur!” yazılıymış... Ancak yazının alt tarafı ise okuyamadığı bir lisanmış.. Hemen yazıyı almış köyün imamına koşmuş... Köyün imamı ona göre büyük adam; belki de zamanın gavsı ya da müceddidi!. İmam efendi Kurân kursunu bitirmiş... Kurân okumasını biliyor... Hemen almış kağıdı eline ve bakar bakmaz konuşmuş: "Bunu “okuyan hazineyi bulur!” yazıyor... Altında da Arapça bir dua var!... Hemen bunu çoğaltalım!.. Ve herkes okusun!" demiş... Mübarek elleriyle, bulunan yazıdakileri kopyalamışlar ve tüm köy halkına dağıtmışlar!.. Herkes okumaya başlamış imam efendinin kendi dillerinin harfleriyle yazdığı onbeş satırlık yazıyı... Aradan bir zaman geçmiş... Derken biri köy kahvesinde demiş: "—Efendiler bu böyle günde bir kere okunmakla olmayacak sabah akşam okuyalım şunu... Elbette bir kerameti vardır!" Birkaç gün daha geçmiş, günde kırk defa okumaya karar vermişler!.…
Merhaba dostlarım... Merhaba canlarım... Biliyormusunuz, ben ''Muhammediyim!'' Diyeceksiniz ki ne demek ''Muhammedi''? MUHAMMED, Allah'ın kuludur!. ''Allah kulu'' olmak demek, Allah'ın tüm mahlûkata rahmeti ve şefkati gibi insanlara ayırım yapmadan, hiçbir tefrik gözetmeden faydalı olmaya çalışmak demektir. Karşılıksız, insanlara birşeyler verebilmek demektir. İnsanları ellerinde olmayan şeyler yüzünden suçlamamak, kınamamak, küçük görmemek, hor görmemek demektir. Sevgi demektir; aşk demektir; rahmet, merhamet demektir. Verici olmak demektir; Muhammedi olmak! Biz Alevi'yi de severiz, Sünniyi de severiz, Türk'ü de severiz, Kürt'ü de severiz, Arab'ı da severiz. Biz Allah'ın tüm kullarını severiz!. Tüm kullarına hizmet etmeye çalışırız. İnsanların kendi menfaatleri için ortaya çıkarttıkları şartlanmalar bizi bağlamaz! Siz, Kürt bir aileden doğmuş olabilirsiniz; Türk bir aileden doğmuş olabilirsiniz... Alevilerin arasında yetişmiş olabilirsiniz... Sünnîlerin arasında yetişmiş olabilirsiniz... Bütün bunlar, sizi dışardan çeşitli fikirlere şartlandırabilir; ama bizim için bunlar hiç önemli değil! Bizim için önemli olan, sizin ''Allah kulu'' olmanızdır!…
Adam otomobiliyle mola vermiş kasabanın girişindeki faytoncunun önünde... Selam vermiş faytoncuya... Fayton imalatçısı güleryüzle karşılamış onu elindeki işi bırakmadan... Bir yandan da yabancının geldiği beyaz otomobiline bakmış yan gözle... Sonra burun kıvırıp konuşmuş... “Bak bey, bu şeytan arabaları tehlikelidir!. Siz şehirliler pek meraklısınız ama bunlar başınıza iş açar!. Hızlıdır benim faytonlardan ama sonra devriliverir maazallah!. Bizim faytonlar salıncak yaylıdır, rahattır... Oturağını yumuşak yaparım ben... Tekerlekleri de böyüktür benim faytonun bir dönüşte epey yol kat eder!. Burdan kalktın mı soluksuz şehre kadar gidersin de bana mısın demez!. Benzinim bitti derdi de yoktur!. Üstündeki tente hem yağmurdan korur, hem de güneşten. İstersen açarsın tentesini üstü açık da gidersin etrafını seyrede seyrede... Dizginleri özel deridendir. Hem sağlamdır hem ellerini acıtmaz... Hemi bunlar çift beygirlidir... Git gidebildiğin kadar... Hem bu faytonlar çok bilimseldir. Tekerleğin çapını hesap etmek, dengesini hesap etmek, ne kadar yüksek olması gerektiğini hesap etmek hep bilim işidir!. Biz bilimsel çalışırız. Biz inanmışız bu işe ama biliminden de asla geri kalmayız faytonculuğun!.”…
Sürekli oyuna getirip kandırıyor! Göz açıp kapamak kadar bir süre gaflet bassa, akabinde bakıyoruz oyuna gelmişiz! Oyunu yuttuktan sonra da uyan, uyanabilirsen!.. Allem ediyor, kallem ediyor, sürekli oyuna getirip saptırıyor! Nihayet öyle bir noktaya geliyoruz ki artık; bir düşünüyoruz, dönüşü olmayan noktadayız! Oysa atasözü meşhur: "Zararın neresinden dönülse kârdır"! Kandıran kim mi?.. Kâh insanın baş düşmanı, kâh da vehmimiz! Biri dışarıda, diğeri içeride! Dışarıdakinin derdi belli!. İnsanın kendisinden üstün vasıflarla varoluşunu hazmedemiyor; "eşref-i mahlûk" olan insanı, hayvaniyet derekesinde yaşatmak istiyor!. Bunun için de görünmezliğinin ve yapısının getirisi olan her silahı kullanıyor! İçerdeki ise, bilgisizliğimizi veya anlayışsızlığımızı, kendimizi ve özümüzü inkâr edişimizi kullanarak bizi cezalandırıyor!. Biri, dışarı çekiyor!... Diğeri, içeri gömüyor! Peki nasıl kurtaracağız kendimizi bu belâdan!.. Türlü oyunlarla, kapana kısılan hayvan gibi toprak altını boylamaktan!? El cevap! "EUZÜ OKU"mak sûretiyle!. Ya huuu, her gün belki yüz kere "euzü...." çekiyoruz, ama hiçbir şey olmuyor!. Bu ne belâdır ki, "euzü çekmek" kâr etmiyor!.. Etmez dostum, etmez!.. "Euzü çekmek" boştur; hiç kâr etmez bu belâya!. Sen, tıpkı bir ses kayıt cihazının tekrarlaması gibi, ezberlemiş olduğun kelimeyi tekrar ediyorsun!. Buna "çekmek" demişsin!. Ömür boyu çekersin elbette daha!. İlk olarak... Aramızda yaşayan görünmez varlıkların varlığına iman etmek ve onların kendilerine özgü bir şekilde insan beyinlerine çeşitli impalslar yollayarak, düşünceleri etkileyebildiğini fark etmek gerekir!. Allah Rasûlü ve son nebîsinin bildirdiği her şey, insanın, bir sistem gerçeğini fark edip; işleyiş mekânizmasını anlayıp, ona göre kendini koruması (takva) ve de kendi hakikatini tanıması içindir!. Allah Rasûlü, "OKU"muştur (ikra); ve bizim de "OKU"yanlardan olmamızı istemektedir!. Bu nedenle de... Bizim korunanlardan olmamız için, "OKU"mamız zorunludur!. "Çekmemiz" değil!... Hatta kesinlikle, "çekmekten" uzak durmamız gerekmektedir!. Allah Rasûlü "OKU"nasıdır!.. Sünnetullah, "OKU"nasıdır!.. Euzü "OKU"nasıdır!.. Bismillâh, "OKU"nasıdır!.. Kur'ân, "OKU"nasıdır!.…
Günümüzde düşünen beyinlerce bazı çok önemli soruların cevabı aranmaktadır... Niçin iman?... Nereye kadar akıl ?... Nerede iman?... Bazı gelişmemiş beyinlerde ise bu düşünce hiç yoktur; onlara göre akıl gereksizdir; sadece iman yeterlidir... Elbette onlar da başlarındakini bu kadar değerlendirmektedirler!... Düşünebilen beyinler, Kur`ân-ı Kerîm’i anlamak istediklerinde çok önemli işaretler ve uyarılarla muhatap olmaktadırlar... İşte bir örnek... Nisa Sûresi 136. âyetin başı: "YA EYYÜHELLEZİYNE ÂMENU, ÂMİNU BİLLAHİ....." "EY iMAN EDENLER, İMAN EDİN.... ??????....." LÜTFEN DİKKAT EDİNİZ !... Herhangi bir Kur’ân meâlindeki gibi, "ALLAH`A iMAN EDİN" diye çevirip olayı GEÇİŞTİRMİYORUM !.. Zira bu âyetin anlamı, KUR`ÂN-ı Kerim’in anlaşılması çok önemli sırlarından birini oluşturmaktadır.. Önce şu hususa dikkat ediniz ... Burada iman etmeleri istenen kişiler, "İMAN EHLİ" olanlardır!.. Kur`an-ı Kerim’de çeşitli gruplara hitaplar yapılır... "Ya eyyühen nâs - Ey insanlar"; "Ya eyyühel kâfirun - Ey gerçeği örtenler"; "Ya eyyühel münâfikun - Ey ikiyüzlüler" ve bunlar gibi... Ancak yukarıdaki âyeti kerimede hitap dikkat ediniz "MÜMİNLERE" yani "İMAN ETMİŞLERE"dir!... Ve dahi, "MÜMİNLERİN", "İMAN ETMELERİ" istenmektedir!... Neye?...…
Tanrı kavramına dayalı dinsel anlayışta, şöyle bir gece hayal edilir ki adına “Kadir Gecesi” derler... Ulu tanrı, yeryüzündeki seçme kulları için bir nimet hazırlamıştır!.. Kimler kendine çok tapınıyorsa, onları mükafatlandırmak için. O büyük nimete de “KADİR” demiştir... Bu nimeti getiren(!) melekler, müslümanların yaşadığı yöreye bir kutsal kandil gecesi inerler, çünkü güneş ışığı görürlerse, bozulurlar; tıpkı ışık görmüş C vitamini gibi!.. İşte o “gün görmez Kadir”(!), bin aylık, yani seksen üç sene sürecek tapınmadan çok daha hayırlı bir şey(!)dir! Her sene Ramazan ayının 27’sinde, Ulu tanrının buyruğu ile melekler yanlarına ruhu da alarak kanatlarını çırpa çırpa, hızlı bir koşu ile binlerce yıllık mesafeyi kat ederek dünya üzerine inerler ve gece olan bölgedeki tapınan kulları başlarlar araştırmaya, ev ev! Elbette o sırada dünyanın aydınlık bölgesinde yaşayanlara bir şey yok! Eğer bulurlarsa bir samimî tapınan ellerindeki şartnameye göre, hemen rablerine sorarlar, “buna verelim mi KADİR’i?” diye... Tanrı da izin verirse, hemen o kula “KADİR” verilir. Bu hane, hane arama veya o “Kadir”in dağıtılması işlemi gün doğana kadar böyle devam eder... Kaç kişiye o gece “Kadir” verilir, bilinmez!. “Kadir” verilenlerde ne değişir, bu da bilinmez!... Güneşi gören melekler ve ruh, hemen ulu tanrı yanındaki yuvalarına dönerler gün ışımasıyla! Bu arada mümin kullar da câmi câmi dolaşıp, onlara, bu câmilerden birinde kadir ikramı rastlaması şansını değerlendirler!...…
"Hac"cın iki hedefi vardır ki, bunlardan birisine ulaşmak zorunludur; 1-Yaşamının "Arafat"ta bulunduğun o anına kadar ruhuna yüklenmiş tüm günahlarından arınarak, "sıfırlanmak" !... 2-"Maârif Billah" ile hâllenmek sûretiyle, ALLAH ismiyle işaret edilenin ilmiyle âlemlerini ve düzenini seyretmek... HAC konusunda öncelikle şunu belirtelim: Hac günü belirli bir süre Arafat`ta bulunup geçmiş günahlarına tevbe eden kişi, kul hakkı da dahil olmak üzere o ana kadar ki bütün günahlarından kurtulur! HAC, İslâm Dini şartları arasında herkese son derece yararlı olan bir çalışmadır!. Zira; Yaşamı boyunca kişinin bilerek veya bilmeyerek yanlışlardan yaptığı beyninde oluşan ve “günah” adı verilen tüm negatif yük, eksiksiz onun dalga(wave) bedenine yani ruhuna yüklenmiştir!.. Ruhundaki bu negatif yükün getirdiği ağırlık yüzünden de cehennem denilen ortamda battıkça batacaktır! İşte başına gelecek olan bu felâketten kişinin kendini tümüyle kurtarabilmesi; ruhuna yüklenen negatif yükün tamamiyle "sıfırlanması-silinmesi" HAC`da mümkün olur!... O ana kadar ruhuna yüklenmiş olan tüm günah adı verilen negatif yükleri silinir ve "anasından doğduğu günkü kadar günahsız olarak" geri döner! Ve gene Rasûlullah Aleyhisselâm’ın açıklamasına göre, "Acaba benim günahlarım afvoldu mu; diye şüpheye düşerse, yeryüzündeki en büyük günahkâr olur." Kâbe niçin Mekke`dedir?... Arafat`ta ne sır vardır ki orada toplanılmaktadır?…
DUA nedir? Ötendeki bir tanrıdan talep mi?.. Özünde ve varlığının her boyut ve zerresinde kendisiyle kâim olduğun Allâh`ın kudretinin ortaya çıkmasını taleb mi?.. DUA, insanın varlığındaki ilahî gücün ortaya çıkartılması tekniğinden başka bir şey değildir!.. Bu sebeptendir ki; insan, tam bir konsantrasyon ile DUA edebildiği anda, imkânsızmış gibi görünen pek çok şeyin gerçekleştiğini farkedebilir. İşte bu yüzdendir ki, insanın en güçlü silâhı DUA`dır DUA mekânizmasından en büyük verimi almak istiyorsak, özellikle ve öncelikle şekli, yeri ve zamanı konusunda bazı hususlara önem vermek zorundayız. ZİKİR, bize göre, dünyada bir insanın yapabileceği, en yararlı çalışma türüdür. ZİKİR, "Allâh`ı anma" diye her ne kadar tercüme edilirse de, böyle bir tercüme son derece yetersizdir. 1. ZİKİR, beyinde tekrar edilen kelimenin manâsı istikâmetinde, beyin kapasitesini arttırır. 2. ZİKİR, beyinden üretilen dalga enerjinin RUH`a, yani halogramik dalga bedene yüklenmesini ve böylece ölümötesi yaşamda güçlü bir RUH`a sahip olunmasını sağlar. (ZİKİR konusunda beynin faaliyetlerini ve sistemini "İNSAN ve SIRLARI" kitabımızda bütün detayları ile okuyabilirsiniz. Ahmed HULUSİ.) 3. ZİKİR, tekrar edilen manâlar istikâmetinde beyinde anlayış, idrak ve o manâların hazmedilmesi gibi özellikleri geliştirir. 4. ZİKİR, Allâh`a yakîn sağlar. 5. ZİKİR, ilâhî manâlar ile tahakkuku temin eder.…
"Ramazan" ayı diye bildiğimiz ayda “oruc”lu olmak, sağlığı yerinde olan her müslümanâ; yani "İslâm"ı farketmiş, idrâk etmiş, kabul etmiş her kişiye zorunlu!. İdrak etmemiş, anlamamış, kabul etmemiş kişiye zorunlu değil! Ermeni, Yahudi, Museviye “oruc” zorunlu değil... Onlar “oruc”lu olmayabilir!... Çünkü "Allah"ı anlayıp, İslâm’ı anlayıp, gereğini idrâk edene zorunlu hâle geliyor “oruc”! Peki “oruc” nedir? Kaç türlü “oruc” vardır? Orucun da "avam"a dönük yönü var… "Havas"a dönük yönü var... "Mukarreb"lere yani "hass-ül havas"a dönük yönü var! Kur’ân-ı Kerîm’de pekçok yerde geçen “akıymüs salâte ve âtüz zekât”= “namazı ikâme ediniz; zekâtı veriniz” tanımlamasından soruldu bana... -Niçin bu iki ifade birbiriyle yanyana? Birisi mânevî, Allah’a borcumuz; öteki dünyalık, kula borcumuz.. Ne bağlantısı var ki bu iki ayrı fiilin, daima ikisi bir arada ifade ediliyor? Allah’ın bahşetmiş olduğu ilim kadarıyla anlatayım efendim… “Hak’tan alıp halka vermek” diye anlatılan ve Mevlevî’liğe mâl edilen bir görüş vardır.. Bunun, Mevlevî’likte sembolü de “semâ” denilen kendi etrafında dönme hareketidir.. Mevlevî’lerin bazılarının Mevlâna Celâleddin’i taklit ederek yaptıkları bu dönüşte en önemli nokta ellerin durumudur.. Sağ kol yukarı kalkık vaziyette; sağ avuçta göğe bakar bir haldedir…Sol kol ise sol yana iyice açılmıştır yaklaşık 75 derecelik bir açıyla… Sol avuç içi ise yere bakar, el parmakları aralıklı olarak… İşte bu görünüş, “sağ elle Hak’tan alıp, sol elle halka dağıtmanın” sembolüdür… Hızlı bir dönüş, gözün gördüklerinin kaybolmasını, fâni dünya değerlerinin ortadan kalkıp, “Allah” isminin manâsına “urûc” etmeyi ifade eder.. “Namaz”, Hak’ka urûctur boyutsal anlamda!.. “Zekât” ta Hak’tan aldığını halka dağıtmaktır!..…
Elimizde ve tercihimiz olmayan, eşitliğe dayanmayan bir özellikler bütünü olarak dünya üzerinde meydana gelmiş bulunuyoruz.. Ne doğduğumuz yer, ne ırkımız, ne sülâlemiz, ne ana-babamız ve ne de cinsiyetimiz bizim tercihimiz değildir!. Kesinlikle başlangıcında eşitlik olmayan bir yarışın içinde bulunuyoruz! Değiştiremeyeceğimiz bir geçmiş ve oluş sonrasında, elimizden geldiğince yönlendirebildiğimizi düşündüğümüz bir gelecekle karşı karşıyayız!. Doğa adını verdiğimiz, Allah`ın yaratmış olduğu sistemde ise mazerete ve duyguya kesinlikle yer yok! Aslan, ceylanı ya da bufaloyu yakaladığı zaman, onun tüm haykırışlarına ve karşı koymasına rağmen, hiç ACIMADAN canlı canlı onu yemeye başlıyor! Elimizden düşen bir bardak, ne mazeret öne sürerse sürsün, bu geçerli olmuyor ve üzerine düştüğü mermer onun parçalanmasına yol açıyor! Dâima güçlü güçsüzü yokediyor!.. Kurban Bayramı denilen Hac Bayramında kesilen koyunlara acıma nutukları atarken; kasaptan dışarı çıkmıyor, etsiz sofradan zevk almıyor; kuzu ya da tavuksuz yemek yemiyoruz!. Balığa çıkarak, göya stres atıyor; zevk için denizde öldürmeye devam ediyoruz! Kısacası, güçlünün güçsüzü yokettiği, kuvvetlinin zayıfı yiyip bitirdiği SİSTEM ve DÜZEN içinde yaşıyoruz!. Bu her boyutta ve katmanda ve âlemde böylece cereyan etmede!.. İşte böyle bir SİSTEM VE DÜZEN içinde Allah Rasûlü Hazreti Muhammed insanlara şu kesin gerçeği anlatmaya, kavratmaya çalışıyor... İnsanın, dünyanın, galaksinin ötesinde bir Tanrı yoktur; her şeyi kendi ilminde kendi güzel isimlerinin özellikleriyle yaratmış olan SADECE ALLAH vardır!. Dolayısıyla, insanlar tapınma amacıyla ötedeki bir tanrıya yönelirlerse bu boşa emektir!. "Hakikat"tan gâfil olma sonucunu doğurur bu durum!…
"İnsan" ismiyle bilinen ölümsüz varlığın, ebedi yaşamını sürdürdüğü "dalga bedendir"... Görüntüsü hologramiktir!.. Beynin ürettiği, Yüklenmiş dalgalardan oluşmuştur... Beyin tarafından üretilir ve ve beyin kendindeki tüm düşünsel verileri dalga olarak "RUH"a yükler. Beynin, sinir sistemi aracılığıyla bedende oluşturduğu bio-elektrik enerji kesildiği anda, bedenin mıknatısıyeti de kesildiği için fizik bedenden bağımsız olarak yaşamına devam eder; ki bu durum "ÖLÜM" denilen şeydir. Enerjisini beyinden alan dalga beden (ruh), aynı zamanda beyinle karşılıklı alışveriş içindedir; ve beyni enerji yönünden takviye etmektedir... Aynı, bir otomobil motorunun aküden hem enerji temin etmesi, hem de aküyü şarj etmesi gibi... Herhangi bir sebeple "ruh", fizik bedenden ayrılır ve uzunca bir süre geri dönmez ise, beyin bu enerjiden mahrum kaldığı için durur ve "ölüm" dediğimiz olay meydana gelir... "Hafıza-bellek" esas olarak bu "dalga" bedendeki bilgi yüküdür... Beyin, ihtiyaç duyduğu bilgileri buradan alır... Eğer, beyinde herhangi bir fonksiyon yetersizliği olursa, dalga bedendeki bilgileri geri alamadığı için "unutma" veya "hatırlayamama" dediğimiz olay meydana gelir... Ruhların birbirini çekişi veya itişi denilen olay ise, ruhları üreten beyinlerin, astrolojik etkiler sonucu, eskilerin ateş-toprak-hava-su diye ayırdıkları dört farklı frekansta üretim yapmalarıdır... "Ruh bedenin" dışarıdan görünüşü aynen bir hologram gibidir... Ruh, bedenden ilişkisinin kesildiği son anki görüntü üzeredir...…
"İnsan" ismiyle bilinen ölümsüz varlığın, ebedi yaşamını sürdürdüğü "dalga bedendir"... Görüntüsü hologramiktir!.. Beynin ürettiği, Yüklenmiş dalgalardan oluşmuştur... Beyin tarafından üretilir ve ve beyin kendindeki tüm düşünsel verileri dalga olarak "RUH"a yükler. Beynin, sinir sistemi aracılığıyla bedende oluşturduğu bio-elektrik enerji kesildiği anda, bedenin mıknatısıyeti de kesildiği için fizik bedenden bağımsız olarak yaşamına devam eder; ki bu durum "ÖLÜM" denilen şeydir. Enerjisini beyinden alan dalga beden (ruh), aynı zamanda beyinle karşılıklı alışveriş içindedir; ve beyni enerji yönünden takviye etmektedir... Aynı, bir otomobil motorunun aküden hem enerji temin etmesi, hem de aküyü şarj etmesi gibi... Herhangi bir sebeple "ruh", fizik bedenden ayrılır ve uzunca bir süre geri dönmez ise, beyin bu enerjiden mahrum kaldığı için durur ve "ölüm" dediğimiz olay meydana gelir... "Hafıza-bellek" esas olarak bu "dalga" bedendeki bilgi yüküdür... Beyin, ihtiyaç duyduğu bilgileri buradan alır... Eğer, beyinde herhangi bir fonksiyon yetersizliği olursa, dalga bedendeki bilgileri geri alamadığı için "unutma" veya "hatırlayamama" dediğimiz olay meydana gelir... Ruhların birbirini çekişi veya itişi denilen olay ise, ruhları üreten beyinlerin, astrolojik etkiler sonucu, eskilerin ateş-toprak-hava-su diye ayırdıkları dört farklı frekansta üretim yapmalarıdır... "Ruh bedenin" dışarıdan görünüşü aynen bir hologram gibidir... Ruh, bedenden ilişkisinin kesildiği son anki görüntü üzeredir...…
Konuyu en baştan ya da bir diğer deyişle tam temelinden sorgulayalım. “Tanrı merkezli din anlayışı” mı? Yoksa... “Hazreti Muhammed aleyhisselâm merkezli DİN anlayışı” mı? Bu ikisi arasındaki kesin fark kavranmadan, “dinsel anlayışlar”dan arınılıp, gerçek “DİN” olgusu kavranılmaz!... Gelin bu önemli farkı derinlemesine inceleyelim... Önce “tanrı merkezli dinsel anlayış”ın geçerli olduğu genel Müslümanlık kabulüne bakalım... Bu anlayışa göre, her ne kadar “Allah” adıyla etiketlenmiş tanrı, her yerde denilse de, hep yukarılarda bir yerdedir!... Buna inananlar, yukarılarda, ötelerinde bir yerdeki tanrıya inanırlar. Oysa, ötede bir tanrı kabulü direkt şirktir (şirk-i hâfi); ve bu şirk anlayışındaki hemen herkesin, kendi kültür, çevre, anlayış ve tasavvuruna göre kabul ettiği bir tanrısı vardır, “Allah” adıyla andığı. Bir kısım kişilerin, kafalarına göre gerekçelerle yasaklaması dolayısıyla Kur’ân’da bu konuda yapılan açıklamalar tefekkür edilmediği için; beyinlerdeki “kişi” tanrı tasavvurları öylece kalır; tekâmül etmez!. Ötelerindeki bu kişi tanrı, zanlarına ve yanlış anlayışlarına göre,kendi katındaki melekleri aracılığıyla yeryüzünde bir peygamber seçer ve insanlara emirlerini uygulatması için onu elçi-postacı-messenger olarak görevlendirir. Tabi bu işlem de yanındaki meleklerden birini ona GÖNDERMESİ şeklinde oluşur!. Yanından, yeryüzündeki seçilmiş peygambere yollanan elçi melek!!!... “Tanrı merkezli dinsel anlayışa” göre materyalist bir sistem anlayışı esastır! Tanrı merkezli dinsel anlayışta, Kurân’da ve hadislerde anlatılan her şey kelime anlamındadır. Tanrı merkezli din anlayışında tanrının eli vardır! Tanrı merkezli dinsel anlayışta tanrının iki kefeli terazisi vardır! (henüz dijital veya ötesi tartı sistemini bulmamış tanrı!!!)... Bu anlatılanların, insanlara bazı gerçekleri anlatmak için kullanılan misaller olduğu fark edilmez, düşünülmez, kabul edilmez!. Kısacası, tanrı merkezli dinsel anlayışta anlatılan her şey madde dünyası gerçeklerine göredir!. Bu anlayışta sorgulama, anlamaya çalışma, ne olduğunu bilme, tefekkür yoktur. Emirler ve uygulamalar vardır!. Kıyası fukuha adı altında, âyetlerde kesin olmayan her şey, kişilerin yaşadıkları devir şartları altında yorumlanmış ve o yorumlar dahi Din-Şeriât kapsamında kabul edilmiştir. Âyet veya Hadislerin o devirler şart ve anlayışı kadarıyla yorumlanması ise sanki Din’in bir hükmü gibi algılanmıştır. Tanrı merkezli dinsel anlayışta namaz borçtur tanrıya, oruç borçtur ödenmesi zorunlu. Borcunu ödemezsen tanrı seni hapse, pardon cehenneme atar!…
Mahşerin üç atlısı! “Sırat”ı bu üç ayakla geçmeğe çalışıyoruz; yanı sıra bazı yardımcı kuvvelerle... İlim, İrade ve kudret! “Alîm”, “Mürîd” ve “Kâdir”! Beynimizden açığa çıkan her şey, bu üçlünün sırasıyla özelliklerini kullanmasıyla açığa çıkıyor! İlim ismiyle anlatılmış olan, beynin veri tabanı... İrade diye vasıflandırılmış olan, kişideki uygulama yeteneği, azmi... Ve o irade edileni kuvveden fiile dönüştürecek olan enerji, kudret!.. Yaşamımızın her anında bu üçlünün çalışması söz konusu... Esasen, her birimizin varlığında mevcut olan bu üçlü, evrendeki tüm canlı birimlerde de aynı şekilde işlev görmekte! Çünkü, evrendeki her şeyin ve hepimizin var edeni, “ALLAH ismiyle işaret edilen”, “ALİM” isminin işaret ettiği “ilmi” ile, kendindeki sayısız özellikleri bilen; aynı zamanda “MÜRÎD” olduğu için, kendisindeki bu sınırsız özellikleri seyretmeyi “irade” eden ve “KADİR” isminin işaret ettiği biçimde “kudretiyle” bu kendisindeki manâları seyredendir...…
Chào mừng bạn đến với Player FM!
Player FM đang quét trang web để tìm các podcast chất lượng cao cho bạn thưởng thức ngay bây giờ. Đây là ứng dụng podcast tốt nhất và hoạt động trên Android, iPhone và web. Đăng ký để đồng bộ các theo dõi trên tất cả thiết bị.
Tham gia ứng dụng podcast tốt nhất thế giới để quản lý các chương trình yêu thích của bạn trực tuyến và nghe ngoại tuyến trên ứng dụng Android và iOS. Nó miễn phí và dễ sử dụng!